DİYABET NEDİR?
Diyabet, besinlerin 3 temel ögesi olan karbonhidrat, yağ (lipid) ve proteinlerin metabolizmasının bozulduğu kronik (müzmin) bir hastalıktır. Vücutta kullanılmayan yüksek düzeyde şeker (glikoz) vardır. Hücreler bu durumda içi glikozla dolu bir okyanusta yüzmekte ancak bunu kullanamamaktadırlar. Bunun için pankreasta bulunan beta hücresi adı verilen yapılardan insülin hormonunun etkili ve yeterli miktarda salgılanması gerekmektedir. Ancak diyabetli kişide ya insülin çok az ya da yoktur veya vardır ancak etkili değildir. Bu ikincisine insülin direnci (insülin etkilerine direnç) diyoruz. Bu durumda hücreler yaşamak için alternatif enerji kaynaklarını kullanmaya başlıyorlar. Yağ dokusu bunlardan biri. Böylelikle diyabeti olan kişi zayıflamaya başlıyor. Kilolu bir diyabetlinin kan şekeri (glikozu) yüksek iken zayıflaması, bireyin değil diyabetin kontrolü ele geçirdiği anlamına geliyor. Oysa glikoz kontrolü sağlanmış kişi uygun kiloyu uygun zaman aralıklarında verdiğinde bu kez glikoz ayarı daha kolay yapılabiliyor. Daha az ilaç ve/veya insülin hormonu ile ilaç dozu ayarlanabiliyor.
KİMLER RİSK GRUBUNDADIR?
- Kilolu olanlar: Beden kitle indeksi, 25’den fazla olanlar kilolu gruba girerler, 30’dan sonra ise obezite ‘şişman’ sınıfı başlar. Beden kitle indeksi birimi kg/m2’dir. Yani, vücudun kilogram cinsinden ağırlığının boyun metre cinsinden karesine oranıdır.
- Bel çevresindeki yağlanma oranı artmış olanlar: Kadınlarda ideal bel çevresi oranı 80 cm, erkeklerde ise 94 cm’dir. Bunun üzeri ölçümler metabolik sendrom için önemli kriterlere işaret edebilir. Metabolik sendrom bir diyabet ön habercisidir. Sendroma kan yağ oranlarının artışı, kan şekerinin normalden yüksek olması, tansiyon yükselmesi (130/80 mmHg’nın üzeri) değişik derecelerde eşlik edebilir.
- Olumsuz kan yağları (LDL ve trigliserid) yüksek olanlar: LDL-kolesterolü (kötü kolesterol) ve kan yağı (trigliserid) yüksek, HDL ismi de verilen yararlı kolesterolün düşük bulunması. HDL kolesterol, vücutta kan damar çeperlerine zararlı kolesterol parçacıklarının yapışmasını önlemek, hatta onları adeta süpürerek karaciğerde yıkılmasını (metabolize olmasını) sağlamak görevini yapar.
- Yüksek tansiyonu olanlar: Özellikle dirençli hipertansiyonu olanlar, 2 ve daha fazla tansiyon ilacı kullanarak tansiyon ayarını sağlayabilen kişiler. Erişkinlerde normal tansiyonun büyük olanı 140 mmHg, küçük olanı 90 mmHg’nin altı olarak kabul edilmektedir. Oysa diyabetlilerde hipertansiyon artmış kalp hastalığı riski ve hızlanmış damar sertliğinden dolayı 130/80 mmHg’dan sonra başlar.
- Gebelikte kan şekeri yükselenler: Gebelik esnasında placenta ismi verilen organdan (buna halk arasında eş de denilir ve bebeğin (fetusun) anne rahmine (uterusa) tutunmasını sağlar) kan şekerini yükseltebilen hormonlar salgılanır. Ancak vücudumuz bunu dengeleyen sinyal mekanizmaları ile donatılmıştır. Fakat bazı bireylerde gebelik esnasında ilerleyen doğum haftalarında daha da yükselebilen kan glikoz (şeker) seviyeleri baş gösterebilir. Normal açlık kan şekeri 100’ü, tokluk 2. saatte ise 140’ı geçmez, fakat bu değerlendirmeler gebe kadın için farklıdır. Açlıkta 92 mg/dl’nin 1. saatte 140’ın, 2. saatte de 120’nin altında olmalıdır. Aslında gebe kadında ideal olan kan şekerinin 70-120 arası rakamlarda tutulmaya çalışılmasıdır. Eğer bu sağlanamaz ve tedavi edilmez ise bebek vücudu, akciğeri ona paralel büyüyüp gelişemeden erkenden irileşir. Bu da erken ve nefes alamadan doğan bebek demektir. Yani ölü doğum veya düşük meydana gelebilir.
- O yüzden gebeliğin 24. haftasında 75 gr glikoz ile OGTT (şeker yüklemesi) yapılır. İşleme başlamadan önce, 1. saatte ve 2. saatte kan glikozu ölçülür. Herhangi birinde anormallik varsa buna gestasyonel diyabet denir. Doğru beslenme tedavisine geçilir. Gebelik doğru yönetilirse sağlıklı gebelik ve doğum olabilecektir. Böyle kimseler doğumdan sonra iyileşirler, ancak %40-60 oranında hayatlarının bir döneminde diyabet gelişebilir. Doğumdan 6 hafta sonra OGTT işlemi yani glikoz yükleme tekrarlanmalıdır. Doğumda alınan kilolar uygun egzersiz ve doğru beslenme programı ile verilmelidir.
- -İri bebek (tosuncuk bebek) doğuranlar: 4 kilonun üzerinde bebek doğuran anneler diyabet için risk altındadır. Oysa 2500 gr’ın altında doğan bebeklerin de kendisi bu riski taşırlar. Bu durumda, iri bebek anne için, zayıf bebek kendisi için ilerdeki riski ortaya koymaktadır.
- Kortizonlu ilaç kullananlar (steroidler): Gerek kan şekerinde geçici, gerekse kalıcı yükselmelere neden olabilirler. Buna steroid diyabeti denir. Var olan diyabetin kontrolünü zorlaştırabilir, insülin direncine yol açabilirler. Hap kullananlar insülin kullanmak zorunda kalabilirler. İnsülin kullananlarda da doz artımına ihtiyaç duyulabilir.
- Verem (tüberküloz) hastası olanlar: Anadolu’da hala ince hastalık diye de bilinen rahatsızlığa yakalanmak diyabetlilerde daha kolay olabilir. Tüberküloz diyabetin tedavisini güçleştirebilir ve tüberküloz ilaçlarının etkisini azaltabilir. Kimi tüberküloz vakalarında (menenjit tüberküloz, akciğer ve karın zarı tüberküloz vakaları gibi) steroid de gerekebilir.
KAÇ ÇEŞİT DİYABET VARDIR?
Tip 1 diyabet, daha çok çocukluk yaşında görülür (nadiren erişkin yaşlarda da ortaya çıkabilir) ve vücutta insülinin hiç olmadığı veya çok az bulunduğu; insülinin tek seçenek olduğu, hapların asla işe yaramadığı diyabettir.
Tip 2 diyabet; çoğunlukla obezlerde ve fazla kilolularda görülen insülinin normal hatta normalden fazla vücutta yapılmasına karşın işlev görmediği (insülin direncinin olduğu) diyabettir. (Erişkin diyabeti olarak bilinen tip 2 diyabet, ergenlik çağındaki bireylerde görülen fazla kilolar sebebiyle çocukluk yaşlarında da görülebilmektedir.)
Bir diğer diyabet çeşidi ise hamilelikte ortaya çıkan gebelik (gestasyonel) diyabetidir.
Diğer nedenler olarak da pankreatit de denilen alkolizm, kimi ilaç etkileri, trigliserid yükselmeleri, safra taşı vb nedenlerle sık pankreas iltihaplanmaları geçirenlerde; pankreasının cerrahi olarak bir kısmı alınanlarda, kortizon ya da steroidli ilaç kullananlarda veya kromozom bozukluğu var olarak dünyaya gelenlerde (Klinefelter sendromu gibi) görülen diyabetler vardır.
TİP 1 VE TİP 2 DİYABET ARASINDAKİ FARKLAR NELERDİR?
Burada önemli olan başından beri her diyabetliye insülin verilebilmesi gerçeğidir. Tip 1 diyabetlilerde ve gebelerde günümüzde tek seçenektir. Bir dönem tip 2 diyabetlilerde haplar işe yarasa da birkaç yıl sonra işe yaramamaya başlayabilir ve insüline geçilebilir. Hapların bırakılarak insüline geçilme süresi ülkemiz istatistiklerinde 8-10 yıl olarak hesap edilmiştir. Çoğu tip 2 diyabetli hapla insülini bir arada kullanmaktadır. İnsülin direncini kıran hapla insülin tedavisi bir arada kullanılmaktadır.
DİYABETİN NEDEN OLDUĞU KOMPLİKASYONLAR NELERDİR?
Tüm uç organlarda hasar yapabilir. Göz bu organlardan biridir. Retina göz bebeğine damla damlatılarak yapılan muayene ile değerlendirilir. Kanama ve lazer endikasyonları (anjiyo endikasyonu göz için de vardır) değerlendirilir. Retina hasarı gerekli müdahaleyi görmezse, görme kaybı ve körlükle neticelenebilir. Buna diyabetik retinopati denir.
Böbrekler, değişik derecelerde etkilenebilir. Diyalize giren hastalarda %40-60 oranında diyabet vardır. Böbreğin süzme kapasitesi giderek azalır. Önce protein kaçağı başlar (mikroalbuminüri), sonrasında ise idrar giderek azalır. Kalp ve damar hastalıkları: Kalbi besleyen koroner atardamarlar tıkanır. Sonuç bazen ağrısız kalp krizi yani miyokart enfarktüsüdür.
Bacak damarlarında tıkanıklık ve kangren: Diyabet travmatik olmayan bacak kesilmelerinin en mühim nedenidir. Sigaranın olumsuz etkisi diyabetlide 2 katına çıkar. Diyabetik ayak gelişmemesi için mutlaka ayak bakımı özenle yapılmalıdır. Bugün diyabet ayakkabıları ve çorapları geliştirilmiştir.